TYB “kÜLTÜR SOHBETLERİ” PROGRAMINA KONUK OLAN MÜCAHİT KÜÇÜKYILMAZ,
“Türkiye’de bir darbeler silsilesi başlıyor. Milletimizde bir darbe travması oluşmuştu. 15 Temmuz’da millet buna bir son vermek istedi. Darbecilerin de beklemediği bir şeydi bu. FETÖ darbecilerinin yanıldığı nokta geçmişteki darbelerde 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980 ve 28 Şubat 1997 müdahalelerinden farklı olarak 27 Nisan 2007 e-muhtırasında siyasi iradi köşeli, kemikli, net, keskin bir duruş sergiledi ve bu millete ilham verdi.”
Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Dr. M. Mücahit Küçükyılmaz, Türkiye Yazarlar Birliği Genel Başkan Yardımcısı Tarkan Zengin’in hazırlayıp yönettiği “Kültür Sohbetleri” programına konuk oldu.
14 Temmuz 2020 tarihinde gerçekleşen ve TYB’nin Youtube kanalından canlı olarak yayınlanan söyleşide konuşan Küçükyılmaz, Türkiye’de 27 Mayıs 1960 darbesinden itibaren kurumsal bir çatışma döneminin başladığını belirtti.
Mücahit Küçükyılmaz sözlerini şöyle sürdürdü: “14 Mayıs 1950’ye kadar askeri bürokrasinin vesayet ettiği, asker kökenli kişilerin siyasete liderlik ettiği bir durum var. Dolayısıyla bir çatışma yok, zaten tek partili sistem var. 1950’den itibaren ise biraz işler karışıyor. Yani, siyasetin, milletin duruma vaziyet etme çabası başlıyor çok partili demokratik hayata geçişle birlikte bu milletin siyasete yön verme devlete gerçek anlamda demokrasilerde olduğu gibi devlet katında etkili olma, yönetimde söz sahibi olma girişimi bir on sene sonra bir darbeyle akamete uğradı. Eğer devlet içindeki bir grup, bir çıkar grubu, bir askeri grup, silahlı bürokratik bir grup darbe yapmak zorunda kalıyorsa burada demek ki bir hâkim olamama durumu vardır. Hâkim olamadığı için kontrolden çıkan birtakım şeyleri değiştirmek için darbe yapar.”
Türkiye’nin NATO’ya girdiği döneminde yaşanan gelişmelere de değinen Küçükyılmaz bu süreçte, Türk ordusunun eğitim müfredatından sahadaki eğitimine, komuta kademesinin belirlenmesinden bütçesinin önemli bir kısmının teminine kadar bir çok konuda NATO’nun etkili olduğunu söyledi.
Bu sürecin aynı zamanda kominizim ile mücadele dönemi olduğunu belirten Küçükyılmaz, “NATO güdümlü subaylar bir darbe girişiminde bulunuyorlar, Türkiye’deki ilk girişim bu. 1958’in sonunda Samet Kuşçu olayı bir işaret veriyor aslında, ama siyaset pek ciddiye almıyor. Samet Kuşçu adında bir subay; “biz 9-10 arkadaş darbe yapacağız” diye ihbarda bulunuyor. Askeri mahkemede yargılanıyorlar ve sadece Samet Kuşçu suçlu bulunuyor. Çünkü diğerleri suçunu reddediyor. Samet Kuşçu ise kendi içinde bulunduğu grubu ihbar etmekle suçunu kabul etmiş oluyor. Dolayısıyla sadece o ceza alıyor. Bu olaydan 1,5 yıl sonra 27 Mayıs 1960 darbesi oluyor. Burada, milletin Anadolu’nun köylerinde Adnan Menderes için insanların sessiz sessiz gözyaşı döktüklerini duyarız. Bir şey yapamamanın verdiği bir burukluk var orada pişmanlığa da dönüşüyor zaman içerisinde zaten. Sonrasında Türkiye’de bir darbeler silsilesi başlıyor. Milletimizde bir darbe travması oluşmuştu. 15 Temmuz’da millet buna bir son vermek istedi. Darbecilerin de beklemediği bir şeydi bu. FETÖ darbecilerinin yanıldığı nokta geçmişteki darbelerde 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980 ve 28 Şubat 1997 müdahalelerinden farklı olarak 27 Nisan 2007 e-muhtırasında siyasi iradi köşeli, kemikli, net, keskin bir duruş sergiledi ve bu millete ilham verdi.” diye konuştu.
Mücahit Küçükyılmaz sözlerini sürdürdü:
“Türk milletinin şöyle bir özelliği var. Bizim milletimiz liderinin arkasına düşer ve lider için gerekirse kendini feda eder ama bir şartla; lider de aynı şekilde olacak. Yani liderde milleti için kendini feda edecek, bir adanmışlıkla yola çıkarsa bizim milletimiz de onun peşinden Kızıl Elmaya kadar gider. İşte Recep Tayyip Erdoğan’da millet bunu gördü. 27 Nisan e-muhtırasında Türkiye’de siyasetin bugüne kadar hiç yapmadığı bir şey oldu. 27 Nisan 2007’ye kadar şapkasını alır giderdi liderler. Bunu da ayıplamak için söylemiyorum çünkü üç tane darağacı kuruldu bu ülkede.16-17 Eylül 1961’de iki bakan ve bir başbakan idam edildi. Bunun bir siyasiye yaşattığı travmayı düşünebilir misiniz? İşte 28 Nisan 2007 sabahı Recep Tayyip Erdoğan’ın net bir duruş sergilemesi ve “muhtıranızı reddediyorum alın başınıza çalın” dercesine bir karşılık vermesi siyaset adına ve millet adına konuşması 22 Temmuz seçimlerine ülkeyi götürmesi darbecilerin psikolojisini alt üst etti, milletin maneviyatını ve moral motivasyonunu yükselten bir etki gösterdi. İşte biz daha sonra 7 Şubat 2012’de gezi olaylarında 31 Mayıs 2013’te başlayan 17-25 Aralık 2013’te devam eden hep Recep Tayyip Erdoğan ile milletin bir tür kriz senaryosuna ortak bir prova yaptığını gördük zaten. Gezi olaylarında Recep Tayyip Erdoğan Başbakanken %50’yi zor tutuyorum demişti. Birileri bunu çok eleştirdi, kınadı ama bu bir hakikati göstermektir. Eğer karşıdaki insan seçilmişleri bir anda yok edecek, milletin oyuyla gelmiş kişileri ortadan kaldıracak bir hoyratlıkla, gözü karalıkla, küstahlıkla bu milletin emanetine saldırıyorsa liderde bu milletin gücünü bu darbe ve vesayet heveslilerine göstermek zorundaydı bunu da yaptı. 15 Temmuz 2016’da Cumhurbaşkanımız gece yarısı açıklamada bulundu ama insanların önemli bir kısmı dışarı çıkmıştı. Cumhurbaşkanımızın açıklamasından sonra önü alınamaz bir sel halinde sokaklara aktılar ve helalleşerek çıktılar evden. Ama darbeciler ne zannediyordu, bu insanlar geçmişte olduğu gibi penceresini kapatacak, perdesini çekecek ve ışığını söndürecek evin ortasında kurbanlık koyun gibi başını bıçağa uzatıp bekleyecek. Öyle zannediyorlardı bu küstahlıkla ve özgüvenle ortaya çıktılar.